Vâkıa Suresi Hakkında Detaylı Bilgi
1-10. Ayet Tefsiri 11-26. Ayet Tefsiri 27-40. Ayet Tefsiri 41-56. Ayet Tefsiri 57-74. Ayet Tefsiri 75-80. Ayet Tefsiri 81-82. Ayet Tefsiri 83-87. Ayet Tefsiri 88-95. Ayet Tefsiri 96. Ayet Tefsiri

Vâkıa 1-10. Ayet Yazılış ve Meâli

اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ
١
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۘ
٢
خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ
٣
اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ
٤
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ
٥
فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ
٦
وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًؕ
٧
فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِؕ
٨
وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِؕ
٩
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ
١٠
Meâl: Büyük olay gerçekleştiği zaman; Artık onun vukuunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır. O, alçaltır, yükseltir. Yer şiddetle sarsıldığı zaman; Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği; Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman: Biri, amel defteri sağından verilenlerdir; ne mutlu o sağından verilenlere! Diğeri amel defteri solundan verilenlerdir; ne bedbaht o solundan verilenler! Önde olanlar; (erdem, amel ve ödülde) önde olanlar;

Vâkıa 1-10. Ayet Tefsiri

Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, âhirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. âyette “ashâbü’l-meymene”, 27, 38, 90 ve 91. âyetlerde “ashâbü’l-yemîn” olarak adlandırılmış olup, Kur’an’daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, “amel defteri sağ tarafından verilenler” demektir (bk. İsrâ 17/71; Hâkka 69/19; İnşikāk 84/7). İkinci grup 9. âyette “ashâbü’l-meş’eme” ve 41. âyette “ashâbü’ş-şimâl” olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. âyetlerde “yoldan sapmış inkârcılar” diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hâkka 69/25; İnşikāk 84/10). Üçüncü grup ise 10. âyette “es-sâbikūne’s-sâbikūn” (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. âyetlerde “mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan “ashâbü’l-meymene” tamlamasındaki meymene kelimesi “uğur, bereket”, “ashâbü’l-meş’eme” tamlamasındaki meş’eme kelimesi “uğursuzluk” anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar’da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça’da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. âyetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah’ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Râzî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashâbü’l-meymene ve ashâbü’l-yemîn tamlamaları için “Allah’ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O’nun katında değerli kimseler” anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen âyetlerin meâllerinde bu deyimler “hakkın ve erdemin yanında olanlar” şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashâbü’l-meş’eme ve ashâbü’ş-şimâl deyimleri de ilgili âyetlerde “bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar” şeklinde karşılanmıştır.

1. âyette geçen vâkıa kelimesi “meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise” demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, “büyük olay gerçekleştiği zaman” ifadesinin devamında “göreceksiniz neler olacak!” gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. âyete “Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz” şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek “onun oluşu asla yalan değildir” anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).

Bazı müfessirlere göre 3. âyette söz konusu edilen “alçaltma ve yükseltme” kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. âyetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması âhirette inkârcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239).

Vâkıa 11-26. Ayet Yazılış ve Meâli

اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ
١١
فٖي جَنَّاتِ النَّعٖيمِ
١٢
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَۙ
١٣
وَقَلٖيلٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَؕ
١٤
عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ
١٥
مُتَّكِـٖٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلٖينَ
١٦
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ
١٧
بِاَكْوَابٍ وَاَبَارٖيقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَعٖينٍۙ
١٨
لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ
١٩
وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ
٢٠
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَؕ
٢١
وَحُورٌ عٖينٌۙ
٢٢
كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ
٢٣
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
٢٤
لَا يَسْمَعُونَ فٖيهَا لَغْواً وَلَا تَأْثٖيماًۙ
٢٥
اِلَّا قٖيلاً سَلَاماً سَلَاماً
٢٦
Meâl: İşte onlar nimetlerle dolu cennetlerde Allah’a en yakın olanlardır. Çoğu önce gelip geçmişlerden; Birazı da sonrakilerdendir. Karşılıklı olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üstüne oturup kurulmuşlardır. Çevrelerinde kaynaktan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle sonsuza dek hizmet sunacak gençler dolaşır. Bundan dolayı ne baş ağrısına tutulurlar ne de sarhoş olurlar. Beğendikleri meyvelerle, Ve canlarının çektiği kuş etleriyle. Güzel gözlü hûriler; Saklı inciler misali. Yaptıklarının karşılığı olarak. Orada ne boş bir söz işitirler ne de günaha sokacak bir şey. Sadece şu söz: “Size esenlikler, size mutluluklar!”

Vâkıa 11-26. Ayet Tefsiri

11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Vâkıa 27-40. Ayet Yazılış ve Meâli

وَاَصْحَابُ الْيَمٖينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَمٖينِؕ
٢٧
فٖي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ
٢٨
وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ
٢٩
وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ
٣٠
وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ
٣١
وَفَاكِهَةٍ كَثٖيرَةٍۙ
٣٢
لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ
٣٣
وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍؕ
٣٤
اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ
٣٥
فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ
٣٦
عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ
٣٧
لِاَصْحَـابِ الْيَمٖينِؕࣖ
٣٨
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَۙ
٣٩
وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَؕ
٤٠
Meâl: Amel defteri sağından verilenler; ne mutlu o sağından verilenlere! Onlar dalbastı kiraz ve meyve yüklü muz ağaçları arasında; Kesintisiz gölgeler altında; Çağlayanların kenarında; Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan bol meyveler arasında; Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar). Şüphesiz biz onları (eşlerini) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır. Onları bâkire, eşlerine sevgiyle bağlı ve yaşıt kılmışızdır. Bütün bunlar, hakkın ve erdemin yanında olanlar içindir. Onların bir kısmı öncekilerdendir; Bir kısmı da sonrakilerdendir.

Vâkıa 27-40. Ayet Tefsiri

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

Vâkıa 41-56. Ayet Yazılış ve Meâli

وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِؕ
٤١
فٖي سَمُومٍ وَحَمٖيمٍۙ
٤٢
وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ
٤٣
لَا بَارِدٍ وَلَا كَرٖيمٍ
٤٤
اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَفٖينَۚ
٤٥
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظٖيمِۚ
٤٦
وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
٤٧
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ
٤٨
قُلْ اِنَّ الْاَوَّلٖينَ وَالْاٰخِرٖينَۙ
٤٩
لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى مٖيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ
٥٠
ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ
٥١
لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ
٥٢
فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ
٥٣
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمٖيمِۚ
٥٤
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهٖيمِؕ
٥٥
هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّٖينِؕ
٥٦
Meâl: Amel defteri solundan verilenler; ne bedbaht o solundan verilenler! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler. Serin ve rahatlatıcı olmayan, kapkara bir duman gölgesindedirler. Çünkü daha önce onlar hazlarına tutsak olmuşlardı. O büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı. Şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Üstelik gelip geçmiş atalarımız da mı?” De ki: “Hem öncekiler hem sonrakiler; Bilinen bir günün belirlenmiş bir vaktinde mutlaka bir araya getirilecekler!” Sonra siz ey yoldan sapmış inkârcılar! Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya kanmaz içişleriyle. İşte hesap gününde onların ağırlanması böyle olacak!

Vâkıa 41-56. Ayet Tefsiri

41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Vâkıa 57-74. Ayet Yazılış ve Meâli

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَࣖ
٥٧
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَؕ
٥٨
ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
٥٩
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقٖينَۙ
٦٠
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فٖي مَا لَا تَعْلَمُونَ
٦١
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ
٦٢
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَؕ
٦٣
ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ
٦٤
لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
٦٥
اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ
٦٦
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
٦٧
اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذٖي تَشْرَبُونَؕ
٦٨
ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ
٦٩
لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
٧٠
اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّتٖي تُورُونَؕ
٧١
ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ
٧٢
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْوٖينَۚ
٧٣
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِࣖ
٧٤
Meâl: Sizi biz yarattık; artık inansanıza! Akıttığınız meniyi düşündünüz mü? Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa biz miyiz yaratan? Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez. Hiç kuşkusuz ilk yaratılışınızı biliyorsunuz; düşünüp ibret alsanıza! Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren? Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız: “Doğrusu çok zarara uğradık! Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık” (derdiniz). İçtiğiniz suyu düşündünüz mü? Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz? Tutuşturmakta olduğunuz ateşi düşündünüz mü? Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu çöl yolcularına ve açlık çekenlere bir işaret ve nimet kıldık. Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Vâkıa 57-74. Ayet Tefsiri

İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ’nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.

61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, “Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez” şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: “Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik.” Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz” (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbn Âşûr “Aranızda ölümü biz takdir ettik” cümlesinde “hakkınızda” değil, “aranızda” denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).

72. âyette geçen “ağaç” anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla “çöl yolcuları ve açlık çekenler” diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde “işaret” anlamı verilmiştir, Mücâhid’in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi “ibret” mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah’ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O’nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana “Allah’ın göklerin ve yerin nûru olduğu”nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).

74. âyetteki azîm kelimesi genellikle “rab” kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde “Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et” anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu “isim” kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: “Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et” (İbn Atıyye, V, 255).

Vâkıa 75-80. Ayet Yazılış ve Meâli

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ
٧٥
وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظٖيمٌۙ
٧٦
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَرٖيمٌۙ
٧٧
فٖي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ
٧٨
لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَؕ
٧٩
تَنْزٖيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
٨٠
Meâl: Bakın! Yıldızların yerlerine yemin ederim, Ki bilseniz, bu gerçekten pek büyük bir yemindir. Kuşkusuz o, değeri çok yüce Kur’an’dır. (Aslı) korunmuş bir kitaptadır. Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir. O, âlemlerin rabbinden indirilmiştir.

Vâkıa 75-80. Ayet Tefsiri

75, 76, 77, 78, 79, 80 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Vâkıa 81-82. Ayet Yazılış ve Meâli

اَفَبِهٰذَا الْحَدٖيثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ
٨١
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
٨٢
Meâl: Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz? Size verilen rızka yalanlamayla mı karşılık veriyorsunuz?

Vâkıa 81-82. Ayet Tefsiri

Müfessirler genellikle, 81. âyetteki (“söz” şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği, 82. âyette de inkârcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah’tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izâfe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu âyetlerden şu mânaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur’an’dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Râzî, XXIX, 197-198; Şevkânî, V, 186-187).

Vâkıa 83-87. Ayet Yazılış ve Meâli

فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ
٨٣
وَاَنْتُمْ حٖينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ
٨٤
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُبْصِرُونَ
٨٥
فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَدٖينٖينَۙ
٨٦
تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ
٨٧
Meâl: Ama can boğaza gelip dayandığında; İşte o zaman siz (çaresiz) bakar durursunuz. Biz ona sizden yakınız, fakat göremezsiniz. Madem ki kimsenin hâkimiyeti altında değilmişsiniz; Haydi onu (hayatı) geri döndürün, sözünüzde doğruysanız!

Vâkıa 83-87. Ayet Tefsiri

Öldükten sonra diriltilmeyi ve âhiret hayatını inkârda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah’ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hâkimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. âyet “madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz” veya “madem ki ceza görmeyecekmişsiniz” mânalarında da anlaşılmıştır (Râzî, XXIX, 200-201; İbn Âşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kāf 50/16-17).

Vâkıa 88-95. Ayet Yazılış ve Meâli

فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبٖينَۙ
٨٨
فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعٖيمٍ
٨٩
وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَمٖينِۙ
٩٠
فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَمٖينِ
٩١
وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبٖينَ الضَّٓالّٖينَۙ
٩٢
فَنُزُلٌ مِنْ حَمٖيمٍۙ
٩٣
وَتَصْلِيَةُ جَحٖيمٍۙ
٩٤
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقٖينِۚ
٩٥
Meâl: Şayet o, Allah’a yakın olanlardan ise; Ona huzur, güzel nasip ve nimetlerle dolu cennet vardır. Eğer amel defteri sağından verilenlerden ise, (ona şöyle denir:) “Selâm sana ey hakkın ve erdemin yanında olmuş kişi!” Ama yoldan sapmış inkârcılardan ise; Onu da kaynar sudan bir ziyafet ve atılacağı cehennem ateşi beklemektedir! Şüphesiz bu kesin gerçeğin ta kendisidir.

Vâkıa 88-95. Ayet Tefsiri

Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tâb^ tutulup ona uygun muamele göreceğidir. 95. âyette geçen “hakku’l-yak^n” tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı mânaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izâfet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Râzî, XXIX, 203-204); bu sebeple meâlde “gerçeğin ta kendisi” şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18).

Vâkıa 96. Ayet Yazılış ve Meâli

فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِ
٩٦
Meâl: Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Vâkıa 96. Ayet Tefsiri

Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah’ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah’ı O’na yaraşır biçimde anmaya, O’nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.