Mürselât Suresi Hakkında Detaylı Bilgi
1-6. Ayet Tefsiri 7-15. Ayet Tefsiri 16-19. Ayet Tefsiri 20-24. Ayet Tefsiri 25-28. Ayet Tefsiri 29-34. Ayet Tefsiri 35-37. Ayet Tefsiri 38-40. Ayet Tefsiri 41-45. Ayet Tefsiri 46-47. Ayet Tefsiri 48. Ayet Tefsiri 49. Ayet Tefsiri 50. Ayet Tefsiri

Mürselât 1-6. Ayet Yazılış ve Meâli

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفاًۙ
١
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفاًۙ
٢
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْراًۙ
٣
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقاًۙ
٤
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِ كْراًۙ
٥
عُذْراً اَوْ نُذْراًۙ
٦
Meâl: Yemin olsun, birbiri ardından gönderilenlere; Fırtına olup esenlere; Yaydıkça yayanlara; (Hak ile bâtılı) birbirinden iyice ayıranlara; Mazereti ortadan kaldırmak veya uyarmak için vahyi iletenlere;

Mürselât 1-6. Ayet Tefsiri

İlk üç âyette üzerlerine yemin edilerek muhatapların dikkatleri çekilen şeyler bazı tefsircilere göre rüzgâr, fırtına, bulut gibi tabiat olaylarıdır (bk. Zâriyât 51/1-4). Diğer tefsircilere göre ise daha sonraki üç âyette olduğu gibi bunlarla da Cebrâil, melekler, vahiy ve kitap kastedilmiştir.

Melekler vahyi getirirken rüzgârlar gibi esmişler, yeryüzünde Allah’ın dinini yaymışlar, getirdikleri vahiy sayesinde inkârcılık ve cehalet yüzünden ölü hale gelen ruhlar dirilmiş, hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış, insanların tövbe edip arınmaları sağlanmıştır (Zemahşerî, IV, 202; bilgi için bk. Râzî, XXX, 264-268; İbn Âşûr, XXIX, 419-423; Ateş, X, 264-266).

Mürselât 7-15. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌؕ
٧
فَاِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْۙ
٨
وَاِذَا السَّمَٓاءُ فُرِجَتْۙ
٩
وَاِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْۙ
١٠
وَاِذَا الرُّسُلُ اُقِّتَتْؕ
١١
لِاَيِّ يَوْمٍ اُجِّلَتْؕ
١٢
لِيَوْمِ الْفَصْلِۚ
١٣
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِؕ
١٤
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
١٥
Meâl: Ki size vaad olunan şey mutlaka gerçekleşecektir. Yıldızların ışığı söndürüldüğünde; Gök yarıldığında; Dağlar sökülüp savrulduğunda; Peygamberlere toplantı vakti bildirildiğinde; Bütün bunlar hangi güne ertelenmiştir? Ayırım gününe. Ayırım gününün ne olduğunu bilir misin? Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 7-15. Ayet Tefsiri

Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek kozmik çöküşü (meselâ bk. İbrâhim 14/18; Tâhâ 20/105; Müzzemmil 73/14) özetleyen açıklamaların ardından 11-13. âyetler, Allah Teâlâ’nın peygamberlerle ümmetleri arasında dünyada yaşanmış olan olumlu veya olumsuz ilişki hakkındaki nihaî sorgu, yargı ve kararını vereceği zamanı ifade eder ki bu zaman da kıyamet ve âhiret günüdür. Nitekim başka bir âyette de Allah’ın o gün peygamberleri toplayıp onların tebliğ ve davetlerine insanların nasıl cevap verdiklerinin sorulacağı haber verilmiştir (Mâide 5/109). İşte “ayırım günü”nden maksat bu sorgu ve yargı günü yani peygamberlerle onları yalancılıkla itham edenlerin arasında hükmün verileceği ve hak ile bâtılın ayırt edileceği kıyametin kopmasıyla başlayacak olan âhiret günüdür. 14. âyetteki soru cümlesi, o günün, Allah bildirmedikçe hiç kimsenin mahiyetini bilemeyeceği, tasavvur edemeyeceği olağanüstülüklere sahne olacağını ima eder. 15. âyet ise kıyamet ve âhireti yalan sayanların başlarına gelecek olan felâketin büyüklüğüne dikkat çekiyor. Bu ifade kalıbı sûrede on defa geçmekte olup her defasında izlediği âyetlerle ilgili özel bir anlam içerir. İnkârcılar, yalan saydıkları her ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları için bunlar hakkında aynı ifade kalıbı tekrar edilmiştir.

Mürselât 16-19. Ayet Yazılış ve Meâli

اَلَمْ نُهْلِكِ الْاَوَّلٖينَؕ
١٦
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْاٰخِرٖينَ
١٧
كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمٖينَ
١٨
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
١٩
Meâl: Öncekileri helâk etmedik mi? Arkadan gelenlere de onlara yaptığımızı yapacağız. İşte biz suçlulara böyle yaparız. Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 16-19. Ayet Tefsiri

Buradaki soru, âyetlerin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerinin, Allah’a isyanları yüzünden helâk edilen Âd, Semûd vb. kavimlerin kötü âkıbetlerinden az çok haberdar olduklarını gösterir. Buna rağmen kendileri de peygamberi yalancılıkla itham edip ona isyanda ısrar ederlerse öncekiler gibi cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’e isyanda direnen müşrikler Bedir Savaşı’yla başlayan kesin bir yok oluş sürecinden geçirilerek cezalandırılmışlardır (bk. Râzî, XXX, 272); âhiretteki cezaları da ayrıca verilecektir. 18. âyette “suçlular” diye çevirdiğimiz mücrimîn kelimesi Kur’an’da genellikle müşrikleri ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Âyetin bağlamından kelimenin burada da aynı anlamda kullanıldığı anlaşılmakta; bu âyette hangi dönemde olursa olsun bütün “mücrimler”in, müşriklerin, inkârcı ve isyankârların aynı şekilde cezalandırılmalarının, yüce Allah’ın bir yasası olduğu hatırlatılmaktadır.

Mürselât 20-24. Ayet Yazılış ve Meâli

اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَهٖينٍۙ
٢٠
فَجَعَلْنَاهُ فٖي قَرَارٍ مَكٖينٍۙ
٢١
اِلٰى قَدَرٍ مَعْلُومٍۙ
٢٢
فَقَدَرْنَاࣗ فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
٢٣
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٢٤
Meâl: Sizi önemsenmeyen bir sudan yaratmadık mı? Onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Ölçüleri biz koyduk; ne de güzel ölçmüşüzdür! Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 20-24. Ayet Tefsiri

“Önemsenmeyen bir su”dan maksat sperm (bk. Kıyâmet 75/37), onun yerleştirildiği “sağlam yer” ana rahmi, “belli bir süre” ise hamilelik dönemidir. Âyetlerde insanın hangi maddeden ve nasıl yaratıldığı açıklanarak Allah’ın neleri yapmaya, yaratmaya kadir olduğuna dair en dikkate değer örneklerden biri ortaya konmuş; böylece yeniden dirilmeyi inkâr edenlere bu inkârlarının temelsiz olduğu gösterilmiştir. 23. âyette insanın yaratılışındaki akıllara durgunluk veren inceliklere, mükemmel düzen ve uyuma, ölçüye ve sonuçta onu yaratan ilâhî ilim ve kudretin genişliğine dikkat çekilmiştir. Böylece insan iki yönden uyarılmaktadır: a) Allah insanı basit, bir sudan yani meniden yaratmış, ana rahminde onu çeşitli aşamalardan geçirerek, maddî ve mânevî kabiliyetlerle donatmış, sonuçta yeryüzünün en mükemmel varlığı haline getirmiştir. Ama insanoğlu nankörlük ederek kendisine paha biçilmez nimetleri lutfeden Allah’a isyan etmektedir. İşte bundan dolayı 18.âyetten başlamak üzere sûrede “O gün inkârcıların vay haline!” buyurularak insanlar uyarılmıştır. b) Âyetlere göre öldükten sonra dirilme olayı mutlaka gerçekleşecektir. Basit bir sudan böyle mükemmel insanı yaratıp meydana getiren yaratıcı kudret onu öldükten sonra diriltmeye de kadirdir.

Mürselât 25-28. Ayet Yazılış ve Meâli

اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ كِفَاتاًۙ
٢٥
اَحْيَٓاءً وَاَمْوَاتاًۙ
٢٦
وَجَعَلْنَا فٖيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَاَسْقَيْنَاكُمْ مَٓاءً فُرَاتاًؕ
٢٧
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٢٨
Meâl: Biz yeryüzünü dirilere ve ölülere mekân yapmadık mı? Ayrıca yeryüzünde sabit yüce dağlar yarattık. Sizlere tatlı sular içirdik. Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 25-28. Ayet Tefsiri

Arzın, jeolojik yapısı, atmosferi, su kaynakları vb. imkânları sayesinde canlılar için uygun ortam ve şartlarda yaratılmış olduğuna, ölü beden kalıntılarının da arz içinde tutulduğuna dikkat çekilmekte, böylece dolaylı olarak bunun, aklını işletip ibret nazarıyla görenler için, yeniden dirilme olayından daha şaşırtıcı ve daha büyük bir olay olduğu ima edilmektedir (Şevkânî, V, 414).

Mürselât 29-34. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى مَا كُنْتُمْ بِهٖ تُكَذِّبُونَۚ
٢٩
اِنْطَلِقُٓوا اِلٰى ظِلٍّ ذٖي ثَلٰثِ شُعَبٍۙ
٣٠
لَا ظَلٖيلٍ وَلَا يُغْنٖي مِنَ اللَّهَبِؕ
٣١
اِنَّهَا تَرْمٖي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِۚ
٣٢
كَاَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌؕ
٣٣
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٣٤
Meâl: Haydi yalan saydığınız azaba doğru ilerleyin! Korumayan, ateşe karşı da bir faydası dokunmayan üç parçalı bir gölgeye doğru yol alın. O, kütükler kadar, koca sütunlar kadar kıvılcımlar fırlatır. Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 29-34. Ayet Tefsiri

O gün hesaplar görülüp herkesin gideceği yer belli olduktan sonra görevliler inkârcılara, dünyada yalan saymış oldukları cehenneme doğru yürümeleri için âyetlerde geçtiği gibi hitap edeceklerdir. Müfessirler “üç parçalı gölge”den maksadın cehennem yakıtlarının çıkardığı, üçe ayrılmış yoğun duman olduğunu söylemişlerdir (Taberî, XXIX, 146). Âyetlerde cehennemin fırlattığı kıvılcımların benzetildiği “kasr” kelimesinin farklı anlamları bulunmakla birlikte (bk. Râzî, XXX, 277; Şevkânî, V, 415-416) bunlar içinde cehennem tasvirine en uygun olanı “hurma kütüğü” olduğu için meâlde bu anlam tercih edilmiştir.

Kıraat farkları dikkate alınarak 32 ve 33. âyetlere şöyle de mâna verilmiştir: “Cehennem, kütükler gibi kocaman kıvılcımlar fırlatır. Her bir kıvılcım birer sarı (kızgın) deve gibidir” (Şevkânî, V, 416).

Mürselât 35-37. Ayet Yazılış ve Meâli

هٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَۙ
٣٥
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ
٣٦
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٣٧
Meâl: Bu öyle bir gündür ki artık konuşamazlar. (Zamanı geçtiği için) kendilerine izin de verilmez ki mazeret bildirsinler. Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 35-37. Ayet Tefsiri

Bu âyetlerde kıyamet ve mahşer gününde suçluların konuşmalarına ve mazeret göstermelerine izin verilmeyeceği bildirilirken başka âyetlerde onların konuşacakları ve tartışacakları belirtilmiştir (meselâ bk. En‘âm 6/23; Zümer 39/31; Fussılet 41/21). Ancak bunu, âyetler arasında çelişki bulunduğu şeklinde yorumlamamak gerekir. Zira bu farklı âyetlerde âhiretin farklı sahneleri tasvir edilmektedir.

Mürselât 38-40. Ayet Yazılış ve Meâli

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّلٖينَ
٣٨
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكٖيدُونِ
٣٩
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَࣖ
٤٠
Meâl: İşte bu, ayırım günüdür; sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik. Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planınızı! Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 38-40. Ayet Tefsiri

“Ayırım günü”nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, inananın inkâr edenden ayırt edileceği yargı günüdür. Allah o gün gerek Kur’an’ın hitap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri, gerekse Kur’an’ın inmesinden önce gelip geçmiş bütün insanları mahşerde toplayıp aralarında hükmünü verecektir (krş. Vâkıa 56/49-50). Bir yoruma göre “siz ve sizden öncekiler” ifadesiyle bilhassa Hz. Peygamber’in muhatapları olan Arap müşrikleriyle önceki dönemlerin inkârcıları kastedilmiştir. Âyetin özellikle tehdit ve uyarı amacı taşıdığı dikkate alındığında bu yorum daha isabetli görülebilir. Nitekim 39. âyet de bu yorumu desteklemektedir. Burada inkârcılara, “Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planınızı!” denilerek hak ettikleri cezadan kurtulma hususunda bir çareleri varsa onu kullanmaları istenir. Ancak bu istek, gerçekten onların bir çare bulmaları için değil, içine düşecekleri çaresizliği ortaya koymak içindir.

Mürselât 41-45. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنَّ الْمُتَّقٖينَ فٖي ظِلَالٍ وَعُيُونٍۙ
٤١
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَؕ
٤٢
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنٖٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
٤٣
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
٤٤
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٤٥
Meâl: Şüphe yok ki takvâ sahipleri gölgeliklerde ve pınar başlarında canlarının istediği çeşit çeşit meyveler arasında olacaklardır. “Yaptıklarınızın karşılığı olarak şimdi afiyetle yiyin için.” İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 41-45. Ayet Tefsiri

Râzî, Şevkânî gibi müfessirler, sûrenin bütünündeki konuların uyumunu dikkate alarak bu âyetlerde âhiretteki durumları özetlenen “takvâ sahipleri” ile bilhassa Allah’a ortak koşmaktan sakınan müminlerin kastedildiğini belirtirler. Râzî âyetteki takvâ kelimesinin itaatkâr olan ve olmayan bütün müminleri kapsadığını önemle hatırlatır (XXX, 281-282; Şevkânî, V, 417). Ancak gerek takvâ kavramının Kur’an-ı Kerîm’deki genel anlamı gerekse burada “takvâ sahipleri”nin niteliğini ve ödüllerini açıklayan 43-44. âyetler, kavramın burada da hem imanı hem itaati kapsadığını göstermektedir.

Mürselât 46-47. Ayet Yazılış ve Meâli

كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلٖيلاً اِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ
٤٦
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٤٧
Meâl: Siz de (dünyada) yiyin için, biraz daha faydalanın! Şüphe yok ki suça batmış durumdasınız! Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 46-47. Ayet Tefsiri

Takvâ sahiplerini öven ve onlara âhiret mutluluğunu müjdeleyen ifadelerin ardından, putperestlere yöneltilen “... yiyin, biraz daha faydalanın!” şeklindeki tehdit ifadesiyle –takvâ sahiplerinin duyarlı ve sorumlu yaşayışlarının aksine– yiyip içmenin ötesinde bir kaygı taşımadan sorumsuzca geçirilen bir hayatın gerçekte ne büyük bir ziyan olduğu anlatılmaktadır. Dünya nimetleri ne kadar bol olursa olsun insan ömrü kısa, dünya ise fânidir; sonuçta suçluların gideceği yer cehennemdir. Bu nedenle onlar hakkında da, “Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!” buyurulmuştur.

Mürselât 48. Ayet Yazılış ve Meâli

وَاِذَا قٖيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ
٤٨
Meâl: Onlara, “Allah’ın huzurunda eğilin!” denildiğinde eğilmiyorlar.

Mürselât 48. Ayet Tefsiri

Bu âyetle ilgili üç yorum yapılmıştır: 1. Sakifliler hakkında inmiştir. Hz. Peygamber onlara namazla ilgili âyetleri tebliğ ettiğinde, “Namazı bizden kaldır; biz eğilemeyiz, bu bizim için bir ardır” demişler. Hz. Peygamber de “Rükûu ve secdesi olmayan dinde hayır yoktur” buyurarak onların yersiz isteklerini reddetmiştir (Şevkânî, V, 417). 2. İman etmeden ölenlere âhirette, “Allah’ın huzurunda eğilin” denilecek, fakat kendilerinde eğilme gücü bulamayacaklar. 3. Âyetteki “eğilme” (rükû) kavramıyla genel olarak Allah’a itaat ve saygı kastedilmiştir.

Mürselât 49. Ayet Yazılış ve Meâli

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ
٤٩
Meâl: Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!

Mürselât 49. Ayet Tefsiri

0

Mürselât 50. Ayet Yazılış ve Meâli

فَبِاَيِّ حَدٖيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
٥٠
Meâl: Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

Mürselât 50. Ayet Tefsiri

“Bundan” zamiriyle Kur’an-ı Kerîm kastedilmiştir. İman edilecek en doğru söz Kur’an-ı Kerîm’dir. Kuşkusuz bütün sözler içerisinde en doğrusu, en aydınlatıcısı, en inanılır ve güvenilir olanı, ayrıca inanıp izleyenlere en yararlı ve kurtarıcı olanı Allah’ın sözüdür. Nitekim En‘am sûresinin 115. âyetinde “Allah’ın kelimesinin (kelâmının) hem doğruluk hem de adalet bakımından tam” yani eksiksiz kusursuz olduğu bildirilmiştir. Mürselât sûresinin genelinde inkârcıların yanlış inanç ve tutumları ve bu yüzden uğrayacakları uhrevî cezalar hakkında bilgi verildikten sonra kurtuluş yolunun Kur’an-ı Kerîm’e inanıp onu izlemek olduğunu bildiren âyetle sûre son bulmaktadır. Son âyette her yönüyle mûcize olan Kur’an’a inanmayan inkârcıların, artık iman edecekleri herhangi bir sözün veya bir kitabın bulunmadığına işaret edilmektedir.