Meâric Suresi Hakkında Detaylı Bilgi
1-4. Ayet Tefsiri 5-7. Ayet Tefsiri 8-18. Ayet Tefsiri 19-21. Ayet Tefsiri 22-35. Ayet Tefsiri 36-39. Ayet Tefsiri 40-41. Ayet Tefsiri 42-44. Ayet Tefsiri

Meâric 1-4. Ayet Yazılış ve Meâli

سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ
١
لِلْكَافِرٖينَ لَيْسَ لَهُ دَافِـعٌۙ
٢
مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِؕ
٣
تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ
٤
Meâl: Birisi, huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan Allah katından inkârcılar için gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabın gelmesini istedi. Melekler ve rûh O’na, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.

Meâric 1-4. Ayet Tefsiri

Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec, mi‘râc) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi ... sordu” şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.

Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir. “Miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47).

Meâric 5-7. Ayet Yazılış ve Meâli

فَاصْبِرْ صَبْراً جَمٖيلاً
٥
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعٖيداًۙ
٦
وَنَرٰيهُ قَرٖيباًؕ
٧
Meâl: Şimdi sen güzelce sabret. Doğrusu onlar o azabı ihtimalden uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.

Meâric 5-7. Ayet Tefsiri

“Uzak görüyorlar” diye çevirdiğimiz ifadeyi “imkânsız görüyorlar” şeklinde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı peygamberden sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettikleri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkârcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir.

Meâric 8-18. Ayet Yazılış ve Meâli

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ
٨
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ
٩
وَلَا يَسْـَٔلُ حَمٖيمٌ حَمٖيماًۚ
١٠
يُبَصَّرُونَهُمْؕ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدٖي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنٖيهِۙ
١١
وَصَاحِبَتِهٖ وَاَخٖيهِۙ
١٢
وَفَصٖيلَتِهِ الَّتٖي تُـْٔوٖيهِۙ
١٣
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَمٖيعاًۙ ثُمَّ يُنْجٖيهِۙ
١٤
كَلَّاؕ اِنَّهَا لَظٰىۙ
١٥
نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ
١٦
تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ
١٧
وَجَمَعَ فَاَوْعٰى
١٨
Meâl: O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yüne döner. Dost dostunun halini sormaz olur. Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir. Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır.

Meâric 8-18. Ayet Tefsiri

8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Meâric 19-21. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاًۙ
١٩
اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعاًۙ
٢٠
وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ
٢١
Meâl: Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır. Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.

Meâric 19-21. Ayet Tefsiri

“Tahammülsüz” diye çevirdiğimiz helû‘ kelimesi sözlükte “sabır­sız ve bir şeye aşırı derecede düşkün” anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkârlık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bazı olumsuz özellikleri ifade eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı geldiğinde sızlanır, feryat eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nimet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nimetleri Allah’ın bir lutfu olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder.

Meâric 22-35. Ayet Yazılış ve Meâli

اِلَّا الْمُصَلّٖينَۙ
٢٢
اَلَّذٖينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَࣕ
٢٣
وَالَّذٖينَ فٖٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ
٢٤
لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِࣕ
٢٥
وَالَّذٖينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّٖينِࣕ
٢٦
وَالَّذٖينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ
٢٧
اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ
٢٨
وَالَّذٖينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ
٢٩
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومٖينَۚ
٣٠
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ
٣١
وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَࣕ
٣٢
وَالَّذٖينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَࣕ
٣٣
وَالَّذٖينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَؕ
٣٤
اُو۬لٰٓئِكَ فٖي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَؕࣖ
٣٥
Meâl: Ancak namaz kılanlar başka; Namazlarını devamlı kılanlar; İsteyene ve yoksun kalmışa mallarından belli bir hak tanıyanlar; Hesap gününün doğruluğuna inananlar; Rablerinin azabından çekinenler -ki rablerinin azabı karşısında asla güven içinde olunamaz-; İffetlerini koruyanlar -ki eşleri ve câriyeleri bunun dışında olup bundan dolayı kınanmazlar; ama kim bunun ötesine geçmeye kalkışırsa böyleleri sınırı aşanların ta kendileridir-; Emanetlerine ve ahidlerine riayet edenler; Şahitliklerini dosdoğru yapanlar; Namazlarının gereklerini titizlikle yerine getirenler; İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.

Meâric 22-35. Ayet Tefsiri

Bu âyetler, insanın ahlâkını yukarıda sıralanan olumsuz eğilimlerden temizlemenin veya onların etkisini kırmanın yolunu göstermektedir. Bu yol, kısaca âhiret inancıyla desteklenen güçlü bir sorumluluk duygusu geliştirmek, ibadet ve ahlâk alanında olumlu ve yapıcı davranışlar sergilemektir. Burada sıralanan davranışlar düzenli namaz kılmak, malında yoksulların hakkı bulunduğunu bilip onu ehline ödemek, âhiret kaygısı taşımak, namuslu ve iffetli olmak, emanete sadakat göstermek, şahitlikte yalan söylemekten sakınmaktır. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre bu güzel işlerle ilgili ifade tahdîdî değil tâdâdîdir, yani bunlar örneklerdir; duruma, zamana, mekâna, imkân ve şartlara göre bu ödevlerin sayısı değişebilir. Önemli olan, kişinin 19. âyetteki deyimiyle tabiatının tahammülsüzlüğünü, nankörlük ve bencilliğini yenme iradesi gösterebilmesi, ibadetler ve ahlâkî davranışlarla ilkel kusurlarını giderip kişiliğini zenginleştirmesidir.

Meâric 36-39. Ayet Yazılış ve Meâli

فَمَا لِ‌الَّذٖينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِعٖينَۙ
٣٦
عَنِ الْيَمٖينِۙ وَعَنِ الشِّمَالِ عِزٖينَ
٣٧
اَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعٖيمٍۙ
٣٨
كَلَّاؕ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ
٣٩
Meâl: O inkârcılara ne oluyor ki (inkâr veya alay etmek için) grup grup sağdan soldan sana doğru koşuyorlar. Üstelik bir de onlardan her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor? Asla! Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışızdır.

Meâric 36-39. Ayet Tefsiri

Rivayete göre müşrikler sağdan soldan gruplar halinde gelip Hz. Peygamber’in etrafını sarar, başına üşüşür; onun müminlere cenneti müjdelemesini, inkârcıları da cehennem azabı ile uyarmasını işitince kendisiyle alay eder, “Muhammed’in dediği gibi bunlar cennete gireceklerse biz bunlardan daha önce gireriz!” derlerdi (Zemahşerî, IV, 159-160; Şevkânî, V, 338). İşte bu âyetler onların belirtilen davranışlarındaki çelişkiye ve Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham ettikleri halde cennete girmeyi istemelerinin ne kadar tutarsız olduğuna işaret etmektedir. Onlar peygamberle alay edince Allah Teâlâ da, “Üstelik her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?” tarzındaki bir soru ile onları yermektedir. 39. âyetteki “asla, hayır!” anlamına gelen kellâ edatı da durumun ciddi olduğunu, müşriklerin gerçekten cennete giremeyeceklerini gösterir. “Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışızdır” ifadesi ise insanın, kendisine önemsiz gibi gelen spermden yaratıldığına işaret eder; bu da onun gururlanacak bir varlık olmadığını, dolayısıyla müşriklerin kendilerini üstün görüp fakir müminleri küçümsemelerinin anlamsız olduğunu gösterir (bk. Kurtubî, XVIII, 294).

Meâric 40-41. Ayet Yazılış ve Meâli

فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
٤٠
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقٖينَ
٤١
Meâl: Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter, kimse bizim önümüze geçemez.

Meâric 40-41. Ayet Tefsiri

“Doğular ve batılar” ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve battığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı noktaları da kapsar. Yüce Allah’ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O’nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hâkimiyetini ve sonsuz kudretini gösterir. “Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkârcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz. b) Bundan maksat yüce Allah’ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam ve ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır (İbn Âşûr, XXIX, 180).

Meâric 42-44. Ayet Yazılış ve Meâli

فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذٖي يُوعَدُونَۙ
٤٢
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
٤٣
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌؕ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذٖي كَانُوا يُوعَدُونَ
٤٤
Meâl: Bırak onları, kendilerine geleceği hususunda uyarıldıkları güne ulaşıncaya kadar boş şeylere dalıp oyalanadursunlar! O gün onlar, bir hedefe çabucak varmak istercesine süratle kabirlerinden çıkarlar. O sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. İşte başlarına geleceği konusunda uyarıldıkları gün o gündür.

Meâric 42-44. Ayet Tefsiri

Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır.