Kalem Suresi Hakkında Detaylı Bilgi
1-7. Ayet Tefsiri 8-9. Ayet Tefsiri 10-16. Ayet Tefsiri 17-33. Ayet Tefsiri 34-41. Ayet Tefsiri 42-43. Ayet Tefsiri 44-45. Ayet Tefsiri 46. Ayet Tefsiri 47. Ayet Tefsiri 48-50. Ayet Tefsiri 51-52. Ayet Tefsiri

Kalem 1-7. Ayet Yazılış ve Meâli

نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ
١
مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ
٢
وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ
٣
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ
٤
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ
٥
بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ
٦
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖࣕ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ
٧
Meâl: Nûn. Kaleme ve (yazanların) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lutfu sayesinde- asla deli değilsin. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir ödül vardır. Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin. Aranızdan hanginizin aklı bozuk olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler. Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.

Kalem 1-7. Ayet Tefsiri

Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308).

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Özellikle Hicaz Bölgesi Araplarının ilk defa Kur’an ile birlikte yazılı kültüre geçmelerinde –başka âmiller yanında– bu gibi âyetlerin teşvik edici bir role sahip olduğu söylenebilir.

Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.

Kalem 8-9. Ayet Yazılış ve Meâli

فَلَا تُطِـعِ الْمُكَذِّبٖينَ
٨
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
٩
Meâl: Şu halde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme! İstedikleri şudur: Sen tâviz veresin ki, onlar da tâviz versinler.

Kalem 8-9. Ayet Tefsiri

Resûlullah’ın şahsında bütün müminlere hitap edilerek peygamberi yalancılıkla itham eden ve hakkı yalan sayanlara boyun eğmemeleri, onların iradelerine teslim olmamaları istenmektedir. Çünkü inkârcılar Hz. Peygamber’in ahlâkî prensipler ve mânevî değerler konusunda tâviz vermesini, bu anlamda uzlaşmacı davranmasını ve İslâm’ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bırakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de tâviz vereceklerini ve ona engel olmayacaklarını söylüyorlardı. Hatta bir müddet Hz. Peygamber’in onların putlarına tapmasını, bir müddet de onların Hz. Peygamber’in ilâhı olan Allah’a tapmalarını teklif etmişlerdi (Şevkânî, V, 309). Allah Teâlâ onların bu tutum ve beklentilerine karşı Hz. Peygamber’in tâvizsiz davranmasını, gevşeklik göstermemesini istemektedir. Zira doğru yol O’nun yoludur ve hak ile bâtıl birbirine karıştırılamaz.

Kalem 10-16. Ayet Yazılış ve Meâli

وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهٖينٍۙ
١٠
هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَمٖيمٍۙ
١١
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَثٖيمٍۙ
١٢
عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَنٖيمٍۙ
١٣
اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنٖينَؕ
١٤
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ
١٥
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
١٦
Meâl: Olur olmaz yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve kaba, üstelik karakteri bozuk kimselere, serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der. Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız!

Kalem 10-16. Ayet Tefsiri

10, 11, 12, 13, 14, 15, 16 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Kalem 17-33. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحٖينَۙ
١٧
وَلَا يَسْتَثْنُونَ
١٨
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ
١٩
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّرٖيمِ
٢٠
فَتَنَادَوْا مُصْبِحٖينَۙ
٢١
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِمٖينَ
٢٢
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ
٢٣
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكٖينٌ
٢٤
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِرٖينَ
٢٥
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ
٢٦
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
٢٧
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
٢٨
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِمٖينَ
٢٩
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
٣٠
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغٖينَ
٣١
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْراً مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
٣٢
كَذٰلِكَ الْعَذَابُؕ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۘ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَࣖ
٣٣
Meâl: Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, (“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin mahsulünü kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi. Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu. Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: “Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın başına gidin!” Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!” Amaçlarını, planladıkları gibi gerçekleştirmek üzere erkenden yola düşüp gittiler. Bahçeyi gördüklerinde ise, “Herhalde yanlış yere gelmişiz; yok yok, ürünü kaybetmişiz” dediler. İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: “Ben size, ‘Allah’ın yüceliğini dile getirmelisiniz’ dememiş miydim?” Şöyle cevap verdiler: “Rabbimizin şanı yücedir; doğrusu biz haksızlık etmişiz.” Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar: “Yazıklar olsun bize!” dediler, “Gerçekten biz azmış ve sapmıştık. Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bunu ­diliyoruz.” İşte ceza budur. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

Kalem 17-33. Ayet Tefsiri

Bu âyetlerdeki kıssada bir bahçe olayı örnek gösterilerek Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeyen Mekke müşrikleri uyarılmaktadır. Rivayete göre geçmişte dindar bir adamın her türlü meyve, ekin ve hurma ağaçları bulunan bir bahçesi vardı. Hasat zamanı geldiğinde fakirleri çağırır, bahçenin ürünlerinden onlara ikramda bulunurdu. Adam ölünce oğulları, aile fertlerinin çokluğunu ileri sürerek yoksulların payını kesmeye ve bahçenin ürününü sabahleyin erkenden gizlice toplamaya karar vermişler, ancak gece gelen bir âfet ürünü imha etmişti (bk. Râzî, XXX, 87). Yüce Allah, Kur’an’da birçok yerde, verdiği nimete şükredenlere daha fazla nimet vereceğini, nankörlük edenleri de cezalandıracağını haber vermiştir (meselâ bk. Nisâ 4/147; İbrâhim 14/7; Lokmân 31/12). Nitekim Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham edip getirdiği mesajı reddeden Mekke müşrikleri de peygamber aralarından ayrıldıktan sonra eski refahlarını, özellikle ticarî imkânlarını giderek kaybetmişler, sonunda müslümanlar karşısında varlıkları son bulmuştur.

Müfessirlerin çoğunluğu 18. âyeti, “Bahçe sahipleri ‘Allah izin verirse’ demeden ertesi gün yapacakları iş hakkında karar verdiler” şeklinde açıklamışlardır ‘(“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın’ diye çevirdiğimiz bölüm hakkında “yoksulların payını ayırmaksızın” şeklinde de bir yorum vardır (Şevkânî, V, 312). Gelecekte bir işi yapmaya niyet ederken “inşaallah” diyerek işi Allah’ın iradesine bağlamak gerekir. Nitekim bu konuda yüce Allah Hz. Peygamber’i şöyle uyarmıştır: “‘Allah izin verirse’ demeden hiçbir şey için ‘Şu işi yarın yapacağım’ deme!” (Kehf 18/23-24); “Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez” (Lokmân 31/34). Zira bir şeyin meydana gelmesi için sadece insanın irade ve gücü yeterli değildir, Allah’ın da onu dilemesi gerekir.

28. âyette geçen “rabbin şanını yüceltmek”ten maksat 18. âyette bildirilen “Allah izin verirse” “istisna”, yani demek, işi Allah’ın iznine bağlamaktır. Bu uyarı, “Fakirler hakkındaki niyetleri ve takındıkları tavırdan dolayı Allah’tan af dilemeleri” şeklinde de açıklanmıştır (bk. Şevkânî, V, 314). 28-32. âyetlerden anlaşıldığına göre bu kişiler içlerinden aklı başında birinin haklı uyarılarını dikkate almamışlar, fakat bahçelerinin mahvolduğunu görünce onun haklı olduğunu anlamışlar, nasihatine kulak vermişler ve yaptıklarına pişman olup tövbe etmişler; ancak iş işten geçmiş, bahçeleri yanmıştı.

Kalem 34-41. Ayet Yazılış ve Meâli

اِنَّ لِلْمُتَّقٖينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعٖيمِ
٣٤
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمٖينَ كَالْمُجْرِمٖينَؕ
٣٥
مَا لَكُمْࣞ كَـيْفَ تَحْكُمُونَۚ
٣٦
اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فٖيهِ تَدْرُسُونَۙ
٣٧
اِنَّ لَكُمْ فٖيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ
٣٨
اَمْ لَكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ
٣٩
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَعٖيمٌۚۛ
٤٠
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِقٖينَ
٤١
Meâl: Şüphesiz Allah’a itaatsizlikten sakınanlar için rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır. Öyle ya, emrimize boyun eğenleri o günahkârlarla bir mi tutacağız? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa elinizde okuduğunuz bir kitap var da orada istediğinizin sizin olacağı mı yazılı? Yoksa, “Neye hüküm verirseniz o mutlaka sizindir” diye tarafımızdan lehinize verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var? Sor onlara: İçlerinden kim buna kefil oluyor? Yoksa onların (kendilerine akıl veren) ortakları mı var? Doğru söylüyorlarsa haydi getirsinler ortaklarını!

Kalem 34-41. Ayet Tefsiri

Kur’an âhirette müminlere büyük ödüller, (nimetlerle dolu cennetler) müjdeledikçe müşrikler dünyadaki sosyal konumlarına aldanarak böyle bir şey olduğu takdirde kendilerinin daha büyük nimetlere mazhar olmaları gerektiğini savunmuşlardı; âyetler onlara cevap vermektedir. Cevapların soru tarzında sıralanması onların tutumlarının hayret verici ve kabul edilemez olduğuna işaret etmektedir. 37-38. âyetlere göre âhiretteki mutluluk dünyadaki güç ve zenginliğe değil, iman ve iyi amele bağlıdır; bu mutluluğu kimlerin hak ettiğini de en iyi Allah bilir; çünkü hak etme şartlarını ve ölçülerini koyan yalnız O’dur. Bu husustaki rehber de O’nun kitabıdır.

Kalem 42-43. Ayet Yazılış ve Meâli

يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطٖيعُونَۙ
٤٢
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌؕ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ
٤٣
Meâl: O büyük korku ve dehşet günü gelip de secdeye çağrıldıklarında bunu yapamazlar; O sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. Halbuki onlar, yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlardı.

Kalem 42-43. Ayet Tefsiri

42, 43 nolu ayetlerin tefsiri bir sonraki sayfada verilmiştir.

Kalem 44-45. Ayet Yazılış ve Meâli

فَذَرْنٖي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَدٖيثِؕ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ
٤٤
وَاُمْلٖي لَهُمْؕ اِنَّ كَيْدٖي مَتٖينٌ
٤٥
Meâl: Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak! Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz. Onlara mühlet veriyorum; ama benim planım çok sağlamdır!

Kalem 44-45. Ayet Tefsiri

Bu söz” diye çevirdiğimiz “hadîs” kelimesi “ilâhî vahiy, Kur’an” veya “yeniden dirilmeyi ve âhiret hesabını bildiren ilâhî haber” şeklinde yorumlanabilir. 44. âyetteki “Bu sözü yalan sayanı bana bırak” cümlesi, vahiy ve âhireti inkâr edenleri cezalandırma yetkisinin yalnız Allah’a mahsus olduğunu ifade eder. “Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz” diye çevirdiğimiz cümle ise kısaca şunu anlatıyor: Allah verdikçe onlar şımarır; fakat O, imtihan sebebiyle vermeye devam eder. Bu durum İslâmî literatürde istidrâc terimiyle ifade edilmiştir (bk. A‘râf 7/182).

45. âyette “plan” diye çevirdiğimiz keyd kelimesi, Allah için kullanıl­dığında, İslâmiyet ve müslümanlar aleyhinde çalışan inkârcıların plan­larını boşa çıkaran Allah’ın adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Yüce Allah kendi planı uyarınca, âyetlerini yalan sayanları hemen cezalan­dırmayıp onlara mühlet verdiğini, kendilerine bazı imkân ve fırsatlar tanıdığını, fakat onların bu fırsatı değerlendirmeyip derece derece kurtuluşu olmayan bir yıkıma doğru gittiklerini ifade buyurmaktadır (bk. A‘râf 7/182-183; ayrıca krş. En‘âm 6/44).

Kalem 46. Ayet Yazılış ve Meâli

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ
٤٦
Meâl: Yoksa, sanki sen onlardan bir ücret istiyorsun da bunun ağırlığı altında kalmaktan mı çekiniyorlar?

Kalem 46. Ayet Tefsiri

Peygamber, tebliğ faaliyetinin karşılığında ücret beklemez, muhataplar da maddî anlamda borç altında olmazlar, tebliğ de itaat de maddî kaygılarla ilgisi olmayan, tamamen dinî ve ahlâkî birer görevdir.

Kalem 47. Ayet Yazılış ve Meâli

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
٤٧
Meâl: Yahut gayb bilgisine sahipler de oradan mı alıp yazıyorlar?

Kalem 47. Ayet Tefsiri

İnkârcılara soru tarzında başka bir uyarı olup özellikle dinî konularda insanın bilgi kapasitesinin sınırlı olduğuna, Allah’tan başka hiç kimse gayb âlemi hakkında bilgi sahibi olmadığı için bu konularda ileri sürülen iddiaların da temelsiz olacağına, sonuç olarak din konularında Allah’ın peygamberi vasıtasıyla insanlara ulaştırdığı vahiy bilgisinin yegâne kaynak olarak benimsenmesi gerektiğine işaret edilmektedir.

Kalem 48-50. Ayet Yazılış ve Meâli

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۘ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌؕ
٤٨
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهٖ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
٤٩
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحٖينَ
٥٠
Meâl: Sen rabbinin hükmüne sabret; balığın yuttuğu (Yunus) gibi olma. Hani o, öfkeli bir halde bağırıp çağırmıştı. Rabbinin lutfu imdadına yetişmeseydi o mutlaka kınanmayı hak etmiş olarak ıssız bir sahaya atılacaktı. Fakat rabbi onu seçip sâlihlerden eyledi.

Kalem 48-50. Ayet Tefsiri

“Rabbinin hükmü”nden maksat Hz. Muhammed’e (s.a.v.) verilen peygamberlik ve dini tebliğ görevidir (krş. Müddessir 74/1-7; ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIX, 104) veya Allah’ın inkârcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber’e yardımını ertelemesidir (Râzî, XXX, 98). “Balığın arkadaşı” ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber’e, Allah’ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus’a atıf yapılmakta ve Resûlullah’a onun hatalı davranışını tekrar etmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın kabul etmediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova) terketmiş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kurada Yûnus’un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bir balık (balina) tarafından yutularak boğulmaktan kurtulmuş, sahile bırakılmıştı. Böylece kendisine burada da Allah’ın rahmeti yetişti. Yûnus Allah’ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir (bilgi için ayrıca bk. Sâffât 37/139-148). Burada Yûnus peygamberin kıssasına değinilerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği muhalefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir.

Kalem 51-52. Ayet Yazılış ve Meâli

وَاِنْ يَكَادُ الَّذٖينَ كَـفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّ كْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۘ
٥١
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِ كْرٌ لِلْعَالَمٖينَ
٥٢
Meâl: O inkârcılar Kur’an’ı işittikleri zaman, seni gözleriyle devireceklermiş gibi bakar, “Şüphe yok o bir delidir” derler. Oysa Kur’an, âlemler için öğütten başka bir şey değildir.

Kalem 51-52. Ayet Tefsiri

Hz. Peygamber’den Kur’an’ı dinleyen müşriklerin gözleri (bakışları) etkili oklara benzetilerek ona karşı duydukları kin, nefret ve kıskançlık gibi menfi duyguları tasvir edilmektedir. Kur’an’ın edebî üstünlüğü karşısında hayranlık duygularını bastıramayan müşrikler, gerek dil gerekse içerik bakımından onda tenkit edebilecekleri herhangi bir kusur bulamayınca insanların Hz. Peygamber’e karşı gösterdikleri ilgi ve dikkati önlemek için onun sözüne güvenilmez bir mecnun olduğunu propaganda etmeye başlamışlardır. Ancak yüce Allah Kur’an’ın üstün niteliklerini açıklayarak onların menfi propagandalarını etkisiz hale getirmiştir.

Müşrikler Hz. Peygamber’i gördüklerinde, ona karşı duydukları kıs­kançlık ve düşmanlık sebebiyle gözleriyle onu oklayıp öldüreceklermiş gibi bakarlardı. 51. âyet onların bu psikolojik durumunu tasvir etmektedir. Bu âyetin nazarla (göz değmesi) ilgili olduğu yolunda yaygın bir kanaat bulunmakla birlikte bu kanaat kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Nitekim Şevkânî’nin aktardığına göre (V, 319) çok yönlü bir âlim olan İbn Kuteybe de âyette müşriklerin Resûlullah’a nazar değdirmelerinden söz edilmediğini, Resûlullah Kur’an okuduğunda inkârcıların ona kin ve düşmanlık duygularıyla baktıklarının anlatıldığını ifade etmiştir. Buna göre nazar hakkında başka deliller varsa da bu âyetin onunla ilgisi yoktur.